Güncel

“Kürtaj Tartışmaları Üzerine”

Cenin artık senin olmaktan çıkmıştır. Çünkü o da artık bir candır. Sen onu öldüremezsin, öldürdüğünde bu bir cinayettir” demiş Başbakan (07/06 ATV’de katıldığı bir programdan).

Bunu Roboski katliamının en önemli aktörünün söylemesi oldukça trajik bir durum. Aslında meselenin yaşamla alakalı olmadığının da somut göstergelerinden, ki zaten en son yaptığı açıklamalarından da bu belli oluyor.

Şu an Türkiye nüfusunun yaş ortalaması 29, yaşlı bir nüfusa sahip olursak şu anki ekonomik performansı sergileyemeyiz.” (ATV’de katıldığı 07/06 tarihli programdan)

Marx Kapital eserinin birinci cildinde “genç nüfusun öneminin kapitalizmde ucuz iş gücüne” denk getirir. Kapitalizmin kendini yeniden yeniden yaratmada en çok destek aldığı yerdir. Çünkü genç nüfus hem piyasanın hareketliliğinin temel kaynağı, hem pazarın en büyük müşterisi hem de işgücü bakımından da ucuz ve verimli ciddi bir paydır. Buradan bakıldığında gittikçe yaşlanan ülke nüfusu için alınan önemli bir tedbir gibi görünüyor.

Kapitalizm insanı değersizleştirip, insan olmanın özelliklerini unutturan bir sistemdir. Ve yine bu devletin sağlık bakanı, “tecavüz sonucu doğacak bebeklere devlet bakar. Yeter ki siz doğurun” derken devletin erkek egemen bakışının kusursuz bir tablosu oluşuyordu karşımızda. Tecavüz sonucu doğan bebekler itinayla ucuz iş gücü yapılır!

Tecavüz olgusu kadında çok derin, sert ve büyük bir kırılmayı yaratır. Tüm hayatının, yaşama sevincinin, yaşama inancının en sert biçimiyle yara aldığı bir durumdur. Çoğu kez intihar girişimi ve ölümle sonuçlanan derin, travmatik bir olgudur. Kadının direk onuruna saldıran bu anlayış kadını hiçe sayar. Ve bu anlayış ne yazık ki kadında da tam bu noktada kendini bulur.

Tecavüze uğrayan kadın öncelikle her şeyle yalnız yüzleşmek zorundadır. Ailesinin bırakın desteğini çoğu zaman tepkisini alacağı endişesiyle kimseyle paylaşmaz. Zaman içerisinde kendini yaşama olan isteğindeki kırılmayla savaşırken bulur. Bu savaşta yalnızlaşmak kadını ölüme yakınlaştırır.

Psikoloji de bu durum cinsel şiddet başlığı altında ele alınıyor… Tanımını aynen aktarıyorum: “Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği bir yerde, istemediği zamanda ve istemediği bir biçimde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organlara zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja enseste (akrabalar arası cinsel taciz ve tecavüze), fuhuşa zorlamak, zorla evlendirmek, telefonla-mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık verici davranışlarda bulunmak gibi eylemler cinsel şiddettir.’’

Bu cepheden bakıldığında ve başbakanın ağzındaki Roboski kanının kurumadığını da hesapladığımızda travmayı yaşayan kişinin karşısına geçip de yaşam hakkından bahsederek “sen doğur, ben bakarım” demesi; kadına “sen insan değil, bir fabrikasın (ya da islami tabirle tarlasın). Üretimde hata olabilir, ama bunun da bir pazarı var” anlayışıyla çok fazla örtüşmektedir.

Bu denli ağır bir travmada yaşanan durumu somut hale getirmek ve her gün kadına aynı şeyi yüzlerce kez yaşatmak, istemediği bir durumdan doğan çocuğa annelik yapmasını beklemek kadını tamamen gözden çıkarmakla aynı anlamı taşır. Bu kadını insanlıktan çıkarmaktan başka bir şey değildir.

Bir diğer taraftan bunca laf ebeliği yapan, nerdeyse her şeye cevabı olan başbakan nasıl olur da kadının gebeliği sürecindeki ruh halinin bebeğin kişiliğinde temel bir etken olduğunu unutur!? İstenmeyen bir çocuğun karakter yapısının ciddi problemli olduğu ve büyük psikolojik sorunlar oluşturduğu, bu çocukların daha doğarken “ötekileşerek” doğduğu payını nasıl oluyor da görmezden gelebiliyor!?

Tam da burada kapitalizmde insanın önemi net olarak görülüyor. Kapitalizm de ne kadar değerli olduğunun ya da ne kadar insan olduğunun hiçbir önemi yoktur. Sadece ne kadar sömürülebileceğin önemlidir.

Gebelik illa tecavüz sonucu olmayabilir. Aile çocuk daha doğmadan bir sorun görüp de kürtaja karar da verebilir. Ama başbakanın buna da cevabı var: “Engelli diye yok edersek bu bir ötenazi olur. Nice down sendromu olan anneyi görüyorum, çocuklarını büyük bir sevgiyle büyütüyor.

Başbakan’ın gafları bitmiyor ki, bakın sezeryanla ilgili ne diyor: “Sezeryan bir defa kadının hakkı değildir, aslında ABD’de falan bu hekimin kendi inisiyatifidir.” Ya bari konuşmadan önce sayısal verilere bir bak! 1996-2007 yılları arasında ABD’de sezeryanla doğum oranı %70 arttı, hala da artıyor. Bu operasyona da doktor tek başına değil anne ile karar veriyor.

Sonra insanların hayatlarını karartmadaki ustalığını Roboski’de gösterirken,  sezaryene kadar gelip kadın bedenine el atma merakın ne kadar da büyüdü!!!

Bu arada da boş durmayıp İstanbul’daki üçüncü köprü ihalesini onayladın, kentsel dönüşüm yasası Gül tarafından onaylandı, binlerce THY personelinin grev hakkı ellerinden alındı, cemaat öğrencileri için katsayı kıyağı yapıldı, faşist tutuklular için af yolu açıldı.

Yarattığınız bu sunî gündemi de somutlaştıracağınız çok belirgin. Sağlık bakanı Recep Akdağ ne demişti: “Annenin sağlığını riske atan ya da bebekle ilgili ağır genetik arıza gibi durumlarda kürtaja doktorlar karar verir.” Genetik arıza tabiri aslında kadınların makine gibi görüldüğünü açık eden bir açıklama değil mi? Kokuşmuş bu zihniyetler down sendromunu güzel bir tablo olarak çizerken, ağır genetik arızadan kasıtları ne olabilir acaba!

Aile ve sosyal politikalar bakanı Fatma Şahin: “Hayat hakkı anne karnında başlar.” derken E.Ö.yü ne çabuk unuttu. 19 yaşındaki E.Ö. beş haftalık hamileyken katıldığı Erdoğan protestosunda bir polisin tekmeleriyle bebeğini düşürmüştü. Eğer kürtaj cinayetse bu ne? Neden o polise hala en ufak bir soruşturma dahi açılmadı ve neden hala görevde! Cinayetten yargılanıyor olması gerekmez miydi?

Kadına “sen doğur ben bakarım” diyen bir devlet, yaşam kalitesini artırmak zorundadır. Gelecek kaygısı çığ gibi büyüyen işsizlik, bu söylemlerin önünde çok net kendini gösteriyor. Henüz tecavüz davalarına tahrik unsuru diye bir ibareyi yerleştireli, 18 yaşın altındaki onca kadına yıllarca tecavüz eden polislerini, bürokratlarını, belediye başkanlarını, zabıtalarını, hala memurluk sıfatıyla çalışan onca insanı kurtarmak için attığınız taklalar unutulmadı. Sizin hükümetiniz boyunca kadın cinayetleri tırmanışa geçmedi mi? Gün geçmiyor ki bir kadının ölüm haberi gelmesin.

Şimdi bu kadar büyük bir aymazlıkla her politikasında halka bu kadar düşman olduğunu gösteren AKP nasıl oldu da, doğmamış çocukların yaşama hakkını savunur oldu. Savunacaksan önce yaşayanların hakkını savun!

Birey kararlarıyla bir bütündür. Kadını istemediği, hazır olmadığı sürece çocuk doğurmaya zorlamak, anneyi gözden çıkarmakla aynı anlamı taşır. Henüz gözlerini dünyaya açmamış bir canlı için belli bir yaşa gelmiş kadını gözden çıkarmanın etik bir yönü yoktur. Çocuk sorumluluk demektir. Bunca çocuğun hapishanelerde akıllara durgunluk veren işkenceler karşısında yaşamaya çalışırken birilerinin kürtaj üzerine bu kadar pervasızca konuşmaları akıl karı değil. Ayrıca madem yapılan çalışmalarda toplumun çoğunluğu kürtaja karşı(Recep Akdağ) ise nasıl olurda kürtaj aile planlaması gibi yaygınlaşıyor(Fatma Şahin). Toplum bu kadar karşıysa neden anayasada bunu yasaklama çabasına giriyorsunuz.

Kadın bedeni üzerine bu kadar söz söylemek çocuklarını hapishanelere tıkan, onlara uyuşturucuyu dayatan, iş yasasında ağır ve ölüm tehlikesi olan işlerde çocuklar çalışamaz ibaresini, çalışabilir olarak değiştiren bir anlayışın harcı değil. Ayrıca hatırlayalım Adolf Hitler NSDAP Kongresi 1934 yılında “her anne en az dört çocuk yapmalıdır.” demişti, bize bir yerlerden tanıdık geliyor!

Kadın yoldaşlar bunca söylemlerin ardından vakit, hareket vaktidir. Kavganın yarısından fazlasını omuzlarımıza yüklenmiş durumdayız. Artık gittiğimiz her yerde, teşhir ve deşifre zamanıdır. Sistemin kürtajı yasaklama telaşındaki asıl nedeni ucuz iş gücü olduğunu kanıtlamak için safları sıklaştırma görevi tüm aciliyetiyle bizleri çağırıyor… Çıktığımız ve haklı olduğumuz bu onurlu mücadelede hepimize kolay gele…

Mersin’den Genç Bir YDK’lı

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu